‘Böyle bırakmam’ sistemi
Başlamayı hatırlayalım. Erdoğan, Can Dündar’a “Bunun bedelini ağır ödeyecek, onu böyle bırakmayacağım” dedi. dedi.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davadan tutuklu bulunan Şerafettin Can Atalay, 14 Mayıs seçimlerinde TİP Hatay Milletvekili seçilerek 25 Mayıs 2023’te avukatları tarafından vekaletnameye alındı.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç; Konu, Anayasa’nın 14. maddesinde dokunulmazlık kapsamı dışında kalan dosyalardan biridir” dedi. “Tabii bu Meclis Başkanlığı ile Yargıtay arasındaki yazışmalardan sonra doğacak meselelerin takdirindedir…”
Dosyada yılan hikayesine yer vermeyen Atalay, “Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs suçuna yardım” suçundan ceza aldı.
Bakan yaptığı açıklamada kendi görüşünden ve bir ihtimalden bahsediyor. Atalay’ın meclise hiç gelmemesi gerektiği görüşünde ve olası senaryo da sürecin bu kadar kolay gitmesine izin vermemek için Yargıtay tarafından sürecin uzatılması yönünde. “Ben onu böyle bırakmam” sistemi olmasaydı, Atalay’ın Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nce kağıtları ayrılarak ve devam eden davasında “durdurularak” serbest bırakılması gerekirdi.
Buraya dönmeden önce eski İçişleri Bakanı’nın geçtiğimiz günlerde söylediği bir cümle üzerinde duralım; “PKK’nın avukatları hapse atıldığında Türkiye’de PKK diye bir şey kalmayacak. Hedef onlar. Bu açık ve net.”
Ama terör örgütü avukatı olmak o kadar da problem değil.
Bir kişi terör örgütüne üye olmak, terör örgütünün propagandasını yapmak veya diğer hatalardan yargılanmaya başladığında devlet tarafından “avukat” olarak atanır. (CMK, “Müdafi tayini”, m. 150) Yani devlet sizi bizzat görevlendiriyor, “terör örgütünün” avukatı yapıyor, makbuz karşılığında bedelinizi ödüyor, ödüllendiriyor. Bu işlem “1” tuşuna bastığınızda başlar, yani Baro tarafından otomatik olarak arandığınızda görevi kabul etmiş olursunuz.
Örneğin örgüt üyesi olmakla itham edilen kişiyi yeterince savunamasanız bile; Verilen süre içinde karara itiraz etmezseniz, sizi ağır ceza mahkemesinde “görevi kötüye kullanma” suçundan yargılayabilir ve meslekten diskalifiye edebilirler.
“Bunu böyle bırakmam” sisteminin avukatlarla belirli bir değiş tokuşu var. Daha önceki yazılarımızda avukatlara uygulanan siyasi ve hukuki baskılardan, baroların fethedilemeyen bölünmesinden, avukat cinayetlerinden, intiharlardan, arabuluculuktan ve diğer konulardan bahsetmiştik.
Jiyan Tosun’a atılan çirkin iftira, Soylu’nun avukat düşmanlığının başarılı örneklerinden biri oldu.
Şerafettin Can Atalay kimin avukatıydı? Soma ve Ermenek madencilerinin, Adana öğrenci yurdu yangını kurbanlarının ailelerinin, Çorlu tren kazası kurbanlarının ailelerinin, Hendek fabrika işçilerinin, Mimarlar Odası’nın, Validebağ Korusu ve Emek Sineması’nın ve son olarak Gezi’nin avukatlığını yaptı. Şimdi bu sefer cüppesiz “Hatay’ın avukatı” olacak.
Roman mahallelerinde şarkı söyleyen, Gazi Mahallesi’nde halkı azarlayan aynı bakan, daha önce metruk olan binalara atıfta bulunarak; “Neyse arkadaş, gece yık onu, mahkeme kararı arkamızdan gelecek.” dedi ve ardından bunu bir stand-up gösterisine çevirdi, “Kimin yıktığını nereden bileceğiz?” Dönemin adalet bakanı onun karşısında tutunamadı.
Adalet Bakanı’nın Atalay’ın asla meclise gelmemesi gerektiği görüşüne dönecek olursak, Anayasa’nın 14. maddesi;
“Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle ayrılmaz bütünlüğünü bozmaya ve insan haklarına dayalı demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetler şeklinde kullanılamaz…”
Ve yine “Yasama Bağışıklığı” başlıklı 83. maddesinde;
“Seçimden önce veya sonra hata yaptığı iddia edilen bir milletvekili, Meclis kararı olmaksızın tutuklanamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ile Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar, Soruşturmaya seçimden önce başlanmış olması şartıyla hariç tutulur.”
Bu ifade deyim olarak bile “14. sayıdaki durumlar” anayasa metninin ağırlığından uzak muğlak bir terimdir. Ancak Anayasa Mahkemesi tarafından “yasama faaliyetleri sırasında milletvekillerine oyları ve sözleri nedeniyle mutlak sorumsuzluk verilmiştir.”
Aynı durum Leyla Güven’in başına gelince Güven, yasama dokunulmazlığı gerekçe gösterilmeden serbest bırakıldı ve Başsavcılığın itirazı üzerine yeniden tutuklandı. Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesi, tutukluluğun devamına karar vermiş, 14. maddede belirtilen “durumlar” kapsamında terör örgütü lideri olmak ve terör örgütü propagandası yapmak suçlarını görmüş ve “dur” talebini reddetmişti. Anayasa Mahkemesi’nin Leyla İnanç kararında Gergerlioğlu kararına atıfta bulunarak;
“… Asıl amacı yasama dokunulmazlığı kapsamı dışında kalan hataları tespit etmek olmayan Anayasa’nın 14. maddesi metninden hareketle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan “Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar” ibaresi, Anayasa’nın 83. maddesi yargı organlarının makul ve öngörülebilirliğini sağlamakla anlam kazanıyor.Bunu bir biçimde yorumlamak mümkün görünmüyor…”
Güven bundan sonraki süreçte dokunulmazlığı kaldırılarak cezalandırıldı.
Gergerlioğlu kararının 87. fıkrasında;
“Anayasa’nın 14. maddesinin birinci fıkrasının kendi içinde makul bir anlam taşıyan, Anayasa’nın 83. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Anayasa’nın 14. maddesindeki durumlar” ibaresi doğrultusunda yorumlanması 14. unsura bir bütün olarak atıfta bulunulması anlamsız sonuçlar doğurmaktadır.Yani bir milletvekilinin ülkesinin ve milletinin bölünmez bütünlüğünü bozmaya ve demokratik ve laik Cumhuriyet’i ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetlerde bulunduğu ileri sürüldüğünde anlamsız sonuçlar doğurmaktadır. insan hakları kapsamında, temel bir hak veya özgürlüğün kullanılması kapsamında faaliyette bulunduğu ileri sürüldüğünde yasama dokunulmazlığından yararlanılması mümkün değildir, milletvekili fiil işlediği ileri sürüldüğünde yasa dokunulmazlığından yararlanabilecektir. bu da daha ciddi hatalara yol açar.”
Ve 98. paragrafta; “…Yargıya 14. madde kapsamına giren hataları yorumlama yoluyla tespit etmesi için açık bir yetki vermemiştir.”
Kararlar kısaca “Böyle bırakmam”ın bu kadar kolay kurulamayacağını açıklıyor.
Alıntıladığımız kararları veren Anayasa Mahkemesi’nin 7 üyesini bizzat Erdoğan, 5 üyesini ise Abdullah Gül atadı. Şu anda, bundan farklı bir üyesi var.
Şimdi Bahçeli’nin “Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını istediğini” tekrar hatırlayalım.
Kavala, Atalay ve arkadaşlarının yargılandığı davanın bir duruşmasında Av. Köksal Bayraktar, AİHM kararını uygulamayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yaptığı açıklamada, “Türkiye gerçeklerle uçuruma sürükleniyor” dedi. uyarmıştı. Diğer konularda sürüklendiğimiz uçurumlar bir yana, artık hukuk açısından da sürüklenecek başka bir uçurum olmadığı açıkça görülmektedir. Bunu ifade etmek avukatlara, daha doğrusu “geri kalan avukatlara” düşüyor.
Seçimde cumhurbaşkanı adaylığı, yani “hukuk” tartışması bir kez daha siyasetle aşıldı. “Böyle bırakmam” sistemi yargı kararıyla Gezi’yi haksız ilan etmeye çalışsa da siyaseten yanlış ilan edemedi. Maalesef Türkiye’de yargıyı ve özellikle “avukat”ı yok etmede daha başarılı görünüyor.